Bir sabah daha… Gözümüzü açıyoruz, elimiz otomatik olarak telefona gidiyor. Bildirimler, haber başlıkları, sosyal medya… Her şey bir anda üzerimize çullanıyor gibi. Gündem yine gergin, yine keskin. Birileri birilerine bağırıyor, bir kesim ötekini suçluyor. Bir başka grup ise “trend” olmuş bir mesele üzerine linç kuyruğunda bekliyor. Sessizlik ise bir lüks haline gelmiş; düşünmek, dinlemek ve anlamak artık bir “zayıflık” olarak görülüyor.
Dikkat ettiniz mi? Artık fikir üretmek değil, bağırmak daha çok dikkat çekiyor. Argümanı güçlü olan değil, sesi yüksek çıkan konuşuyor. Ne söylediğin değil, nasıl bağırdığın önemli. Üslup, nezaket, analiz… Bunların hepsi eski çağlardan kalma birer antika muamelesi görüyor. Halbuki bir toplumun aklı, gürültüde değil; o sessizce düşünenlerde, sesini yükseltmeden anlatmaya çalışanlarda saklı.
Ama o insanlar artık konuşmuyor. Çünkü konuşunca hedef tahtasına konuluyorlar. Linç kültürü, ifade özgürlüğünün önüne geçeli çok oldu. En sıradan bir cümle bile çarpıtılıp, sosyal medyada anında bir fırtınaya dönüşebiliyor. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Çünkü bu ülkede artık en büyük cesaret konuşmak değil; susmak. Çünkü susmak, huzuru korumak için bazen tek çare gibi görünüyor.
Peki kimdir bu sessiz çoğunluk?
Her sabah işe gitmek için erken kalkan, çocuğunu okula bırakan, minibüste ayakta giderken bile hayata tutunmaya çalışan insanlar… Fabrikada, okulda, tarlada, hastanede, atölyede… Ülkenin gerçek yükünü sırtlanan, gündemi takip edecek zamanı bile olmayan insanlar. Onlar için hayat sosyal medya gündemlerinden ibaret değil. Onlar için esas mesele, ay sonunu getirmek, evine ekmek götürmek, çocuğuna güzel bir gelecek bırakabilmek. Onlar kimin ne dediğine değil, kendi işinin ne olacağına odaklanıyor.
Ama o gürültülü azınlık, her yerde. Onlar ekranlarda, mecliste, sosyal medyada, sokakta en önde. Birbirine bağıran sunucular, kutuplaştırıcı siyasetçiler, etiket peşindeki sosyal medya fenomenleri… Herkes konuşuyor ama kimse duymuyor. Herkes haklı, herkes mağdur, herkes öfkeli.
Birileri sürekli bağırıyor diye haklı olmaz. Tıpkı birileri sürekli susuyor diye haksız sayılmayacağı gibi.
Bu yazı bir çağrı değil. Kimseye “konuşun” da demiyorum. Çünkü bazı sessizlikler, bilgeliktir. Sadece şunu hatırlatmak istiyorum: Herkes bağırıyor olabilir ama gerçek değişim, o sessiz çoğunluğun içindeki sabır, inat ve azimle gelir. Çünkü bir ülkeyi değiştiren şey, birkaç yüksek ses değil; milyonlarca kararlı adımın sessiz yürüyüşüdür.
Unutmayalım: Gürültü her zaman gücün işareti değildir. Bazen sadece boşluğun yankısıdır.
Ve en çok da o sessiz yürüyenler, geleceği inşa eder.